“Batman Yükselişte” filmindeki Kuyu sahnesinin Dücane Cündioğlu’nun kültür kodları çözümlemeleri üzerinden göstergebilimsel analizi

Yazan: Kaan Demirdöven

Holywood’un gişe rekorları kıran ve yönetmenliğini Christopher Nolan’ın üstlendiği, bir DC karakteri olan Batman serisinin son bölümünde geçen bir sahneyi, Dücane Cündioğlu’nun Youtube kanalındaki sohbetlerinde değindiği bazı kavram ve çözümlemelere bağ kurarak analiz etmek istedim. Bu kısa denemede yer alan tüm teknik ve felsefi terimleri özenle seçtiğimi belirtmek isterim. Bir Dücane Cündioğlu okurunun, bu terim ve kavramları biliyor olduğunu varsayarak, onların özgün tanımlarına girmeden ele alacağım. Ayrıca DCkolikler için de şunu eklemek isterim, bu filmdeki ilgili sahneyi analiz ederken filmin genel ruhunda başka anlamlara da gelebilecek bazı sembol ve göstergeleri, yazımın kısalığına hizmet etmesi adına paranteze aldım.

Batman Rises * filminin ortalarına doğru yüzü maskeli kahramanımız, yine yüzü maskeli Bane adında biriyle dövüşür ve bu kavgada çok ciddi hezimete uğrar. Epey uzun süren bu amansız kavgada şunu öğreniriz: Batman bir tercih ile yüzünü maskelerken (sevdiklerini korumak için), Bane bir zorunluluktan ötürü yüzüne maske takmak zorunda kalmıştır (sevdiğini koruduğu için) ve Bane, kahramanımızı yürümeyecek bir hale getirdikten sonra onu “umutsuzluk” adı verilen, dünyada nerede olduğu belirsiz bir kuyunun dibine bırakır. Bane, kendisini öldürmeyeceğini söyler ama ruhunun bu dipsiz kuyuda ölünceye dek acı çekeceğini vaat ederek ona ölümden beter bir ceza verir. Bane’nin altmetinde iletmek istediği mesaj şudur: Bu kuyudan çıkmak imkansızdır! Buraya kadar parçalanan lugat, Oidipus kompleksi çerçevesinde, Kilise Baba-Oğul çatışmasına ve Hristiyan felsefesindeki umut-umutsuzluk ilişkisine ve hatta biraz daha zorlarsak Zerdüştvari bir aydınlık-karanlık çatışmasına dayanır. Bane’e göre umutsuzluk, umudun delilidir. Umutsuz kalan insan aslında hala umut etmeye devam eden insandır. Batman ya da namı diğer Karanlık Şövalye kendisini, çocukken yaşadığı bir travmadan ötürü karanlığa alıştırmıştır, insanlıktan umudunu yitirmemiş, tüm maddi kaynaklarını ve manevi gücünü adaleti (kısasa kısas mantığı ile) sağlamak için kullanmaktadır. Bu da aslına bakacak olursak, insanlığa dair umutsuzluğunun en sağlam göstergesidir ancak maske (gece hayvanı, kör yarasa figürü) ile bunu örtmeye çalışır. Bane ise karanlıkta doğmuştur ve gençliğinde başına gelen bir trajediden ötürü yüzsüz kalmıştır. Yüzündeki maske onun biricik yüzü olmuştur. Kuyunun dibi Bane’in “evim” dediği yerdir. Çünkü orası karanlıktır, ebedi bekleyiş yeri, telbihte hata olmaz, Hades’tir, Cehennem’dir.

Batman (Bruce Wayne karakteri) bu düzahvari kuyuda kendisi gibi, bir tür sürgüne mahkum bırakılmış insanlara tanık olur. Orada kimse halinden memnun değildir ama şikayetçi de değildir. Herkes bulunduğu bu çaresizlik halini kanıksamış gibidir. Ama Batman buna razı gelemez. Bir şeyler yapmalıdır. Buraya kadar filmin genel aksının kısa özetini de geçmiş oldum sanırım. Ama asıl ilginç olan bu kuyunun dibinde yaşayan yetişkinlerin tamamının erkeklerden oluşuyor olmasıdır.
Kuyunun dibinde hiç kadın yoktur, oysa burası -güya dışlanmışların- hapishanesidir. Eğer bu sahne (senarist – yönetmen tarafından) sosyal bir olgu eleştirisi olsa idi, burada kadınları, çocukları, suça bulanmış gençleri ve belki delileri de görmemiz gerekiyordu, oysa burada hiç çocuk yoktur, deli yoktur, hatta hayvan bile yoktur. Sadece bir tane, kimseyle konuşmayan, kendi köşesine çekilmiş ve ölümü bekleyen (varla yok arası) yaşlı, kör bir zenci vardır. Kuyuya bırakılmadan önce bir köle olduğunu yüzündeki dövmelerden anlarız. Bu dilsiz adam, kuyunun kilidini ağzında bir bakla gibi saklamaktadır. “Kuyu” ile ilgili efsanenin detaylarını bilmektedir.

Batman dinlediği bu efsanenin hikmetini önce kavrayamaz. Her fırsatta büyük bir hırsla, kuyudan ipler yardımıyla çıkmaya çalışır ama başaramaz. Diğerleri de kuyudan çıkmanın imkansız olduğuna inanmaktadırlar zaten. Kısa bir süre sonra Batman nihayet pes eder. Diğerlerinin inandığı imkansızlığa inanmaya başladığı gün, kimseyle konuşmayan o yaşlı ve kör zenci (eski bir dilde) mırıldanır: Batman’in hayvani dürtüden (korkudan) yoksun olduğu için kuyudan çıkamadığını söyler, “gerçek özgürlük fiziksel değil, ruhsaldır,” diyerek Batman’e kol gücünü değil, kafa gücünü anımsatır. Batman, hiçbir şeyden korkmadığını, bilakis çok kızgın olduğunu ve Gotham’ı Bane’in elinden kurtarmak için yanıp tutuştuğunu ama kuyudan nasıl çıkacağını bilmediğini söyleyince, yaşlı bilge ona, “çocuk gibi çık, ipsiz çık,” diyerek efsanenin detayını anlatır.

Vaktiyle kuyunun dibine terk edilen genç ve hamile bir kızdan bahsedilmektedir. Efsaneye göre kız burada doğum yapmıştır. Doğan çocuk burada büyümüştür. Çocuk yedi yaşına gelince, kuyunun dibinde yaşayanlarla kuyunun üstünde yaşayanlar arasında bir isyan çıkmış ve o karmaşada çocuk kuyudan çıkmayı, kaçıp kurtulmayı başarmıştır. Batman, bu kez yaşlının sözündeki hikmeti (bir anda) anlar ve ipleri kullanmadan tırmanmayı dener. Böylece o da kuyudan çıkmayı başarır. Çaresiz Kız Çocuğu arketipi gibi, bir hayvani dürtünün itkisiyle, korkuyla… Kuyunun başındaki kalın ipleri aşağı sarkıtarak aşağıdakilerin çıkmasını sağladıktan sonra Gotham’a döner. Filmin bundan sonrası Batman’in düşmanı Bane ile yüzleşip, onu yenip Gotham’ı kurtarmasıdır.
Şimdi, tam da burada, tekrar kuyu sahnesine dönmek ve Dücane Cündioğlu’nun antropolojik kültür kodlarını felsefi açıdan çözümlediği bir konuşmasına gönderme yapmak istiyorum. Bu konuşma Dücane Cündioğlu’nun Youtube kanalındaki sohbetlerinde kayıtlıdır. Dileyen bakabilir.

Dücane, Modern Çağa kadar filozofların sistemleri üzerinden hareketle çeşitli yorumcu ve alimlerin ortaya koydukları ve modern çağa dek değişmez kabul edilen “insan” tanımına dikkat çeker. Hatta bu kabullenişin bugün Doğu’da ve ülkemizde, tabanda siyasi, ekonomik ve törel karşılık bulduğunun da altını çizer. Bu tanıma göre İnsan, kadın değildir, çocuk değildir, deli değildir, zenci değildir, köle değildir ve hayvan değildir, ama erkektir. Tüm dinler bu betimleme üzerine yükselir. Bugün kadının erkeğin elinden çektiği çile, yaşlıların toplum nazarında değersizleşmesi, çocuklar mal olarak görülmesi, gençlerin rekabet kavramı üzerinden birer arena gladyatörlerine dönüştürülmesi, hayvanlara yapılan işkence ve tecavüzlere dinsel veya törel meşru sebeplerin gösteriliyor olması, deliler, farklı renkte olanlar için kullanılan tabirlerin hala dilde ve folklörde yaşıyor olmasının nedeni bu tanımlardır. Bu tanımların ilk ortaya çıkış nedenleri çok da karanlık niyetlere bulanmış olmayabilir. Bunun antropolojik ve ussal nedenleri pekala vardır; doğal koşullar, evrim süreci, kültürel yaşamın inşasında yaşanan çatışmalar, bu inanışı beslemiş ve düşüncenin de bu şekilde nesnesi olmuştur. Zamanla kanıksanan ve sorgulanması uzun zamanlar alan bu kalıplar giderek ete kemiğe bürünen yaşambiçimi şeklini almıştır.
Filmde de (ilgili sahnede) kuyunun dibinde, belirli bir olgunluğa ulaşmış ve içinde bulundukları bu hapis durumunu kabullenmiş insanların tamamını erkek figürü olarak görürüz. Yönetmenin (diğer filmlerini de göz önüne alarak) bunu özellikle kurguladığını düşünüyorum. Aralarında kadın, çocuk, köle, zenci ve hayvan yoktur. Sadece kimseyle konuşmayan, yaşlı ve kör bir zenci vardır ve kendi halinde, hücresinde yaşamaktadır. Kuyu ile ilgili efsaneyi ondan dinleriz: Hamile kız, kuyudayken bir çocuk dünyaya getirir. Çocuk çıkan bir isyan sırasında temel bir içgüdüyle (hayatta kalma güdüsü, hayvani güdü, korku) kuyudan çıkmayı başarır. Gözden kaçırılmaması gereken husus bu çocuğun da bir kız olmasıdır.
Korku konusuna gelecek olursak, Tevrat’ta “korkunun hikmetin başlangıcı” olduğu yazılıdır. Yaşlı bilgenin temele korkuyu alması, bu metaforun orfik, dionisus ve mitra mitlerinde yer alan ruhun ebedileşmesi olarak görülebilir. Kuyudan çıkış ise, ruhun, bir nevi içsel anlamda (tasavvufi anlamda konuşacak olursak eğer), belirli idrak seviyelerinde yol kat ederek maddeye batmışlıktan sıyrılıp kendisini en subtil olanda keşfetmesidir.

Bu kez de bu kısa fragmanda yer alan simgesel ve replik akışını, semptomatik bir okumayla analiz edelim: Tepesindeki delikten yansıyan günışığı kuyuyu, Platon’un mağarasına dönüştürmektedir. Ancak diklemesine bir metafor seçilmiştir, kuyu diktir, bu da onu dibe batmış (gözlerden yitik, mitik) ve dilin, dolayısıyla iletişimin ve düşünmenin tözü kabul edilen ve hatta onun taşıyıcısı kılan bir Babil kulesi yapar. Filmdeki kuyu, bütün bu bağlamlar ışığında, aslında çağın filozofunun ya da düşünen insanının kendisini içinde bulunduğu umutsuz dünya durumunu anlatır. Çünkü düşünme edimi tikelden tümele doğrudur (bu bir tümevarım olarak anlaşılmamalı) tikel algıdan tümel algıya geçiş olarak algılanmalı…
Düşünen insan, düşünmeyi başardıkça yaşadığı çağın karanlık bir kuyuya dönüştüğünü görür, yine çünkü çevresindeki yığınlar (kör kitleler) sorgulanmamış kalıplarla, sanılarla ve tikele sarıldıkları imgesel dünya düzeninin araçlarıyla haşır neşir olmaktadırlar. Bu kuyudan bir çıkış arayan düşünür, kuyuda önce kendisi gibi yetişkin “erkekleri” görür, e.d. önce bu sanıları aşmak zorundadır. Geleneksel dinsel inanış ve imgesel dünya algısına göre toplum düzeninden (Gotham, Tanrının evi) kadınlar, deliler, çocuklar ve zenci ya da köleler dışlanmıştır. Ama efsaneler böyle söylememektedir. Efsanede kahramanlık gösteren kadınlar, tanrıçalar vardır, tanrıdan hamile kalan kadınlar mucizeler yaratan çocuklar dünyaya getirirler, bilge yaşlılar genelde erdemli kölelerdir ve hatta mistik güçleri bulunan hayvanlar tüm kültürlerin mitolojilerinde sınırsız bir hayalgücüyle (kolektif bir biçimde) yer alırlar. Efsaneyi dinlediğimiz, dilini bilmediğimiz yaşlı adam, esasında “eski defterlerin” yeniden açılmasını anlatan bilge arketipidir. Peki, eski defterler (eski masallar) nelerdir? Bu defterlerde neler yazılıdır? Bugün dünya medeniyetinin temel jargonunu belirleyen semavi dinler açısından, bütün dillerin kendisinden türediğine inanılan Babil kulesinde konuşulan bir dil ile mi yazılmışlardır? Bana göre, eski defterler, düşünmenin fitilini ateşleyen ilk bilgelerin ve ilk filozofların günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş şiirsel ya da felsefi metinleridir; bilmediğimiz dillerde kaleme alınan bu felsefi metinleri yeniden kurcalamadıkça, okumadıkça ve düşünülmüş olanları yeniden düşünmedikçe bu kuyu umutsuzluk kuyusu kalmaya devam edecektir. Hiçbir ideoloji ve inanışın angajmanı olmadan bu yeniden okumayı yapmak gerekir. Çünkü kuyudan çıkmanın tek yolu vardır: İnsanın, insan tanımından dışlananları yeniden insan tanımının içine alabilmek… Bu mümkün müdür? Çünkü ancak bu yolla tümel olan insan kavramına gerçek anlamda, tümelliği teslim edilebilir.

İp, bağ demektir. Arapça akıl da ip ve bağlamak anlamlarına gelen İbranice (a’kal) bir kökten türemiştir. Kuyudan ipsiz çıkmak, aklı terk etmek değil, bir çocuk gibi belki, aklı hür bırakarak anlamak şeklinde yorumlanabilir, ki İncil’de İsa, çocuklar gibi olmadıkça göklerin melekutuna giremezsiniz, der. Dinsel bir yüceltme yapmaksızın, salt olanı anlamak adına, İncil’de İsa’ya atfedilen bu söz, İsa’nın içinde bulunduğu İbrani toplumuna belki de “insanın” gerçek anlamını işaret edecek bir ipucu sunuyordu, Nazaretli Kurtarıcının toplumdan dışlanmışlarla dostluk ve sohbet ettiği için en yakın havarileri tarafından bile kınandığını unutmayalım. Son olarak filmin orijinal adına da bu bağlamda değinmek isterim: Batman Rises, Türkçesi Batman Yükseliyor… Buradaki “rise” * ne tip bir yükselişi imlemektedir? Filmin kendi çerçevesinde Batman’ın efsaneleşmesi ve yerini insanların kalplerinde sağlamlaştırması anlamında kullanılmıştır, ki yerindedir. Ancak bu kısa denemenin konusu olan kuyu sahnesindeki bağlamımıza geri dönecek olursak, buradaki yükseliş (rise) tam da -eğer bu aşırı yorumda yorulmayı göze alabileceksek- Dücane’nin de söylediği gibi “Mirac insanın dışarıda maddi bir sema’ya değil, kendi manevi sema’sına yükselmesidir.”

Kaldı ki Gotham, insanın kendi içinde keşfettiği tanrısallığın dışdünyada yaşam bulduğu (kötülükten uzak, yetim ve öksüzlerin haklarının yenmediği) Platonik bir şehirdir, tanrısal tüzenin mekanlaşmasıdır.

Ve kuyu sahnesi, akıllara kazınan bir şarkı sözüyle son bulur: “Deshi Başara.” Bu söz Berberilerde doğumu kolay gerçekleşen hamile kadınlar için kullanılırmış. Kuyudan “ipsiz” çıkmak şu veya bu şekilde sancılıdır ama ipsiz olması onu aslında kolay kılar. Çünkü ipin bir ucu, insanı, bağlı olduğu diğer ucun direncine maruz bırakır.

İpsiz sapsız günler dilerim.
Teşekkür ederim.


* Kara Şövalye Yükseliyor (İngilizce özgün adı The Dark Knight Rises), Christopher Nolan’ın yönetmenliğini üstlendiği, 2012 yapımı süper kahraman filmi. Filmin senaryosu, kardeşi Jonathan Nolan ve David S. Goyer tarafından yazılmıştır. DC Comics’in kurgusal karakteri Batman’den uyarlanan 2005 tarihli Batman Başlıyor (Batman Begins) ve 2008 tarihli Kara Şövalye (The Dark Knight) film serisinin, son filmidir. Film 2008 yapımı The Dark Knight filmi’nin devamı niteliğindedir.

** Rise: It as a symbol of the soul’s journey and the potential of humans to rise above the comforts of material life…