Her şey çok zengin ve inanılmaz mücevherlere sahip bir yabancının Kınalıada’ya geldiği dedikodusuyla başladı. Nereden geldiğini kimse bilmiyordu. Görünüşü titiz ve şıktı. Elleri nazik ve zarif, ayakları biçimliydi. Biçimli bacaklarını her zaman şık çoraplar örtüyordu. Giysileri daima bedenine oturuyor, uyum gösteriyordu. Gülümserken dişlerinin berraklığı ve pırıltısı dikkat çekiyordu, yanağında şirin bir gamzesi vardı. Siyah saçları iyi kesimliydi. Harika bakan gözlere sahipti. Kadınlar onun duruşundan bile etkileniyordu. Onunki gibi gözlere hiç rastlamamıştım. Kırk kırk beş yaşlarındaydı.

Kimdi bu insan?
Saint Germain Kontu’ndan söz ediyorum. Böyle dikkat çekici bir şahsiyetin tanınmaktan kaçınması bir meydan okumadır bana göre. Çağdaş bilgilerle bile ulaşılamayan bir kimlik aslında hükümsüzdür de… Kim bilir; belki Saint Germain Kontu cosa sui anlamında bir ölümsüzdür.

Bu kitapta, gazeteci Şimon’un kadınları mesut etme konusunda ustalaşmış ölümsüz Kont ile iki gün boyunca yaptığı söyleşiyi bulacaksınız.